Category Archives: Yazılar

Zarafetinizi Kaybetmeyin

Kayıp mı ettik acaba ?

Her Tavrın bir zarafeti vardır;Oturmanın,kalkmanın,eşyaya bakmanın..

Gönüllerdeki zarafet dışa yansıdıkça hayat güzelleşir.

Bir zarif adam dedi ki ;
– Çocukluğumu hatırlarım, biraz hızlı yürüsem, ayağımı yere vurarak bassam, kızarak, parlayarak değil, inandırarak, anlatarak,.

– Her şeyin bir canı var yavrum,tahta incinmez mi?
Bizi üstünde gezdiriyor.Bizim de ona hürmet etmemiz gerekmez mi?”derlerdi.

Bardağı yere koyarken ses çıkarmak ayıptı, Bardak ve konulduğu yer incinmemeliydi.

Uyandırılmak istenen kişinin yastığına hafifçe vurularak,

“Âgâh Ol Erenler! Denilirdi.

“Ben” diye konuşulmaz, “Fakir” ifadesi veya “Köleniz” Manasına gelen “Bendeniz” kullanılırdı.
Gelen Misafirin ayakkabıları içeri doğru çevrilirdi.
Kapıya doğru çevirmek,bir daha gelme, demekti. İçeri dönük ayakkabılarını giyen misafir,
evdekilere arkasını çevirmeden giyer ve kapıdan çıkardı…

“Kapıyı Kapat!” denilmezdi.
Allah kimsenin kapısını kapatmasın diye, “Kapıyı Ört” ya da “Sırla” denirdi.

“Lambayı Söndür” denilmezdi. Allah kimsenin ışığını söndürmesin diye, “Lambayı Dinlendir” Denirdi.Lamba Yakılmaz, Uyandırılırdı.

Yolda karşılaşanlar temenna ederlerken El Kalbe götürüldüğünde;

“Muhabbetin Yüreğimde”,

Dudağa Götürüldüğünde “Yâdın Dilimde”,

Başa Götürüldüğünde ; “Başımın Üstünde Yerin Var”, denilmek istenirdi.

Canlı cansız her şeyin bir hatırı vardı eskiden,

Peygamber Efendimizin 63Yaşında vefatından sebep,63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda, “Haddi Aştık” derlerdi…

Yolda, küçük, büyüğünün önünden yürüyemezdi.

Nereden nereye?

Kendimize yabancılaştık,nezaketi,güzel ahlakı,öz sevgiyi,hakiki saygıyı kaybettik.

Umulur ki en kısa zamanda bu zarafate döneriz.

Zarafet olmazsa,ahlak olmaz.

Çocuğunuz,eşiniz,aileniz,sevdikleriniz emniyette olmaz.

Bu zarafeti bize sunana ve bu zarafetle yaşayanlara  teşekkürler.

Kağan Yuvasız

Leonardo da Vinci ; Son Akşam Yemeği

1495 yılının Ekim ayıydı..
Leonardo da Vinci, ‘Son Akşam Yemeği’ isimli resmini yapmaya başladığında büyük bir sorunla karşılaştı.
“İyi”yi İsa’nın bedeninde, “Kötü”yü de İsa’nın havarisi olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı..
Model için bir “İyi”, bir de “Kötü” insan bulmalıydı..
Resmi yarım bırakarak bu kişileri aramaya başladı..
Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti.
Onu poz vermesi için atölyesine davet etti..
Sayısız taslak ve eskiz çizdi..
Aradan 3 yıl geçti..
‘Son Akşam Yemeği’ neredeyse tamamlanmıştı..
Ancak henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı..
Santa Maria Della Grozia Manastırının kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırıyordu..
Günlerce aradıktan sonra Leonardo, vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu.
Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda, kaldırım kenarına yığılmıştı.
Leonardo, yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi.
Çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
Kiliseye varınca yardımcıları adamı ayağa diktiler.
Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı.
Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu.. .
İşini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş, gözlerini açtı ve o harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
‘Ben bu resmi daha önce gördüm!.’
Leonardo şaşırdı..
“Ne zaman?”
‘Üç yıl önce’ dedi adam..
‘Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce…
O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum.
Pek çok hayalim vardı.
Bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.”‘

Brezilyalı ünlü yazar Paulo Coelho böyle anlatır bu hikayeyi..
Sonuna da şunu ekler..
“İyi ve Kötü’nün yüzü aynıdır…
Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır..”

Lao Tzu ; Acele karar verme , Hayatı akışına bırak .

Köyün birinde yaşlı bir adam ve oğlu yaşarmış,çok fakir olsa da  kral bile onu kıskanırmış.Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki  kral at için hazineler teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için, bir dost.İnsan dostunu satar mı” dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
“Geçmiş olsun ihtiyar amca ,bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar “Hayırlısı..” demiş.

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir sabah dönmüş yuvasına.Dönerken de peşine 10 tane yılkı atını takmış getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanmışlar.
“Hayırlı olsun ihtiyar küheylanı kaybetmediğin gibi 10 tane daha atın oldu demişler.”
İhyitar “Hayırlısı..” cevabını yinelemiş.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden tek oğul şimdi yatalak hale gelmiş.
Köylüler yine  gelmişler ihtiyara;
“Geçmiş olsun  bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler..

İhtiyar “Hayırlısı” diye cevap vermiş.

Birkaç hafta sonra, ülke harbe girmiş.Düşmanlar büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, Giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler;
“Vah ihtiyar amca ” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..”
“Hayırlısı” demiş, ihtiyar.
Lao tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

 

Genç yaşlı Lao Tzu ya
günün birinde ögrencisi gelip, nasıl hep telaşsız, sakin olabildiğini sorar.
Usta Tzu: “Oturduğumda, oturuyorum.Kalktığımda kalkıyorum.Gittiğimde gidiyorum.Yediğimde yiyorum.” der.

Ögrencisi lafını bölerek: ” Ama bunu ben de yapıyorum! Başka ne yapıyorsun?” diye sorar.

Hala sakinliğini bozmayan hoca yine : “Oturduğumda, oturuyorum.Kalktığımda kalkıyorum.Gittiğimde gidiyorum.Yediğimde yiyorum.” der.

ögrenci yine: ” Ama  bunu ben de yapıyorum !” der.

“Hayır” der hocası.. “Sen otururken, kalkmayı düşünüyorsun . Kalkarken, aklın gitmede oluyor.Giderken, hedefine ulaşmış sayıyorsun .” deyip telaşsız  sakin bir şekilde oturmaya devam eder.

 

Kintsugi

 

Bu fotoğrafta gördüğünüz çanaklar bir Japon sanatını temsil ediyor. İsmi “Kintsugi”.
Daha önce internette dolaşan başka fotoğraflar da görmüş olabilirsiniz. Halbuki büyütüp duvara asılacak kadar önemli bir fikir var altında..

Her hangi bir eşyamız kırıldığı zaman ne yaparız?
Çok tuzla buz olduysa kaldırır atarız, ya da aman çakılmasın diye özen göstererek yapıştırır, sonra da başarılı olduysa, “Oh , kırıldığı hiç anlaşılmıyor, pek güzel oldu.” diye arkamıza şöyle bir yaslanırız değil mi?

Hah işte, bu bir toplum kültürü efendim..

Neden derseniz, bizim geleneğimizde “ayıbı örtmek” vardır.
“Kol kırılır yen içinde kalır” vardır. “ Elalem ne der?” vardır..

Böylece kırılan vazoyu çaktırmadan yapıştırmak ya da kaldırıp çöpe atmak gibi, başımıza gelen dertleri de, başarısızlıkları da, şanssızlıkları da, aynı şekilde yok saymak, veya olmamış gibi davranmak rolune soyunuruz.

Gel gör ki Japonlar farklı düşünüyor.

Kırılan eşyayı “altın tozu” ile onararak, hasar gören bir eşyanın, daha da değer kazandığına inanıyorlar.

“Altındaki mantık tam olarak şu : “ Mükemmel olmayanı kucaklamak! “

Aynı şeyi insan hayatına yansıtırsak, Japonlar diyor ki, “Bir insan acı çekmiş, hasar görmüşse, bundan büyük bir ders çıkarmıştır. Ve artık eskisinden daha güzel, daha değerlidir.”

Anlayacağınız hasarlı olan kısmı saklamak yerine, altınla kaplayıp değer vermek ve bu şekilde saygıyla karşılamak söz konusu..

Ne kadar farklı bizim kültürümüzden değil mi?
Hayat da her şeyi canım cicim diye öğretmiyor ki, bazen aşkediyor yüzüne tokadı, bazen indiriyor kafana balyozu, ve bazen ittiriyor sırtından kabaca..
Biz bu mantıktan gidersek, Öğrenene kadar hırpalıyor bizi..

Kırılıp dökülmeden insan kemale eremiyor …

Ama, zaman denen o şahane merhem, her yaraya şifa oluyor illa ki..

Renkleri flulaşmış sulu boya resimlere dönüyor çektiğimiz acılar.. Bakıp bakıp, yahu ben bir zamanlar bu resmin içinde miydim diyorsunuz, ya da eninde sonunda diyeceksiniz..

O zaman işte , önemli olan ne biliyor musunuz, o acılardan, sertleşmiş, katılaşmış bir kalple çıkmamak..
Çünkü o kalp sertleşti mi, en çok sahibine batıyor..

Sadece kişisel hayatımızda da değil, Kintsugi’yi düşünürken aklıma hep Türkiye’m geldi.

Dolmuşta, markette şurada burada duyduğum zaman resmen kalbime diken gibi batan bir söylem var, “ Biz adam olmayız” “ Çivisi çıktı bu memleketin..” “Yaşanmaz bu ülkede..”

Bu güzel memleketin orası burası çatlamış, kırılmış olsada, o kırıkları altın ile kaplamadığımız sürece, böyle konuşmaya devam ettikçe, bizi sinesinde saklayacak bir vatanımız kalmayacak.
Çünkü bence her bu cümlede bir kenarı daha kırılıyor bu caanım ülkenin..

Hiç , ama hiç birimiz mükemmel değiliz, belki de hiç bir zaman olmayacağız.

İç içe geçmiş çanaklar gibiyiz milyonlarca..

Hepimizin kırıkları, ayıpları var.
Yok sayamayız onları.

Onları görünmez bir yapıştırıcı ile tutturup başımızı başka yöne çeviremeyiz. Kırılan parçaları öylemesine çöpe süpüremeyiz.
Ya da başka bir çanağı parmağımızla gösterip nasıl kırıldığından da bahsedemeyiz..

Önce kendimizin, sonra da birbirimizin kırıklarını , hasarlarını altın tozuyla kaplama zamanı..

Gözümün nuru memleketimin mükemmel olmayan yanlarını kucaklama zamanı..

Altın tozu nerede mi?

Zülfü Livaneli’nin türküsünde :
“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”

 

Bige Güven Kızılay
Hayal Ağacım – Hayykitap