Hacı bektaş ı veli

Hacı Bektaş-ı Veli “Eline, Beline, Diline Sahip Ol” Derken Ne Demek İstedi?

Günümüzde genellikle ahlaklı olmak anlamında kullanılan “Eline, Beline, Diline Sahip Ol” sözü, aslında o döneme dair başka şeyler söylüyor.

“eline sahip ol: hırsızlık yapma.
diline sahip ol: kötü söz söyleme.
beline sahip ol: zina yapma.” gibi düşünülse de, asıl kastedilen bu değildir.

Genel anlamda bu şekilde kabullenilmiş ve yaygın olarak kullanılmış bir Hace Bektaş-ı Veli sözü bu. Hacı değil, “Hace” evet… aslı böyledir ama o’nun söylemlerini ve hayat felsefesini eline, beline, diline sahip ol diyerek basite indirgediğimizden ötürü, hacılıktan, hocalıktan çok daha ciddi ve üstün bir sıfat olan “hace” sıfatını da “hacı” olarak dönüştürmüş bir toplumuz…

Şüphesiz ki Hace Bektaş-ı Veli’nin bu sözleri aslında başka bir derinlik içeriyor, Anadolu Türkmenlerine o dönem şartlarını göz önüne aldığımızda bir mesaj veriyordu.

İşte Hace Bektaş Veli’nin bu sözlerinin altında bir ulusun kavgası, bir milletin mücadelesi yatar.

“Eline sahip çık” ifadesindeki “el”, “İl”dir. yani yurt, vatandır… İline vatanına sahip çık demiştir Hace… “Beline sahip çık” ifadesindeki “bel”, “toprak”tır…Toprak Türk milleti için kutsaldır. Toprak bellenirse yani işlenirse ürün verir. İşini, toprağını boş bırakma, uğraşından geri kalma, toprağını işle, toprağına sahip çık demiştir Hace… “diline sahip çık” ifadesindeki “dil”, ağzımızın içindeki organ değil, konuştuğumuz dildir, lisandır. lisanına, güzel Türkçemize sahip çıkın ki farsça’nın resmi dil olması karşısında dilimiz, lisanımız kaybolmasın demiştir Hace…

Ne de güzel söylemiş, lakin manasını kavrayan çok az kişi olmuştur.

İŞÇİ ARI


Şanslı bir bal arısının yaşamı 6 bilemediniz 7 hafta kadardır ki bu kovana bir eşek arısı saldırısı olmazsa yaşayacağı süredir.
6 haftalık ömrü boyunca bir işçi arı sadece bir çay kaşığı kadar bal üretir. Bir arının tüm ömrü boyunca çalışıp didinip ürettiği balı biz belki de kahvaltı da ıhlamurumuza koyarız ve oradaki emeği aklımızın ucuna bile getirmeyiz.
Bir kilo bal yapmak için arı kolonisi 14 milyon çiçeğe konar.
Bir kilo bal için 3 kilo nektar toplanması gerekir.
Sonra da insanoğlu çıkıp boşu boşuna yaşadığından dem vurur durur. İnsan yeryüzünde olmasa dahi doğa varoluşunu devam ettirebilir.
Oysa bütün bir ömrü boyunca bir çay kaşığı bal üreten bir minik canlı olmasa insan dünya üzerinde en fazla 4 yıl kalabilir…

MİMAR SİNAN VE BAYKUŞ


Mimar Sinan‘ın unutulmayan eserlerinde gizlenmiş “BAYKUŞ FİGÜRLERİ”nden birkaçı ve baykuşun hikayesi
Büyük usta Sinan Selimiye Camii, Süleymaniye Camii,Mihrimah Sultan Camii,nde kullanmıştır bu figürü
Mimar Sinan Üniversitesi’nin logosuda Usta’ya ithafen bu figürle şekilenmiştir
Baykuşlar Yunan kültüründe bilgeliğin, eski Mısır’da ise uygarlığın temsilcisiydi.
Dünya tarihindeki birçok kültür ve uygarlıkta farklı anlamları olan baykuşun Anadolu’da ise ölüm habercisi ve uğursuzluk sembolü olduğuna inanılırdı.
Oysa baykuşlar sadece eskiden ağır hasta olan evlerde ışıklar genelde sabaha kadar yandığından o evlere ya da ışık alabildikleri elektrik direklerinin yakınlarındaki hanelere konar ve böylece ışıkta avlayabileceği hayvanlar hareketli olduğundan daha net görürdü. Ama evdeki hasta öldüğü zaman da ihale ona kalırdı. “Baykuş kondu, baykuş öttü ondan oldu, ondan öldü” vs vs…
İnançlar, hurafeler hep böyle neden aramalar, hayaller ve yakıştırmalar üzerine çıkmamış mıdır zaten
Mimar Sinan, eserlerinde bilgeliğinden mi, sevdiğinden mi yoksa Yunan mitolojisindeki sanat, akıl, barış ve savaş tanrıçası Athena gibi dünyaya indiği zamanlar ölümlülere baykuş olarak görünmek istediğinden mi bilinmez, baykuş formlarını hep işlemiş; bizlere de eserlerindeki bu akıl almaz incelikleri hayranlık ve saygıyla selamlamak kalmıştır.

Yörük anam

BEN AMERİKA’DA 25 YIL KALMIŞ BİR İNSAN OLARAK ŞÖYLE BİR GÖZLEM YAPIYORUM.

Amerika’da, hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.

Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı. Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lazım. Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. “Vurma oğlum” dedi. Ben, ‘sen ne bilirsin Yörük karısı’ tavrı içinde, “Ne var parmak gibi küpküçücük kuş” dedim. Analığımın cevabı:”Yavrum! Canın küçük büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.” dedi. Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım. Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor dedi. O kadar mutluydum ki, “çok mutluyum” dedim ağlayarak. Kendi kendime “Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım.” Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz.

Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyük küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu? Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hala bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim.
Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hala bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim. Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş.
Doğan Cüceloğlu
🌾🍂

Einstein

Yıl 1922
Einstein Japonya’ya ders vermek için gitmek üzere hazırlanıyordu.
Kendisine bir haber geldi.
1921 Nobel Fizik ödülü kendisine verilmişti.

Yine de Japonya’ya gitti.
Derslerini verdi,

Kaldığı otelde kendisine mesaj getiren kuryeye bahşiş vermek istedi.
Ama Japonlar da bahşiş almak yasaktı.

Einstein bahşiş veremeyince
İki kâğıt aldı ve her ikisine
Almanca bir şeyler yazdı ve çocuğa uzattı.

Eğer dedi şanslıysan,
Bu notlar bir gün çok değerli olabilir.

Kurye notları aldı, sakladı.

Einstein Almanya’ya döndü.

2017 yılında
Kudüs’te bir müzayede yapıldı.

Kuryenin yeğeni
Einstein’ın orijinal el yazısı notlarını satışa sundu.

Kağıtların birisinde;

“ Dingin ve mütevazi bir hayat, sürekli huzursuzluğun eşlik ettiği ve şuursuz halde başarı peşinde koşulan bir hayata göre daha fazla mutluluk getirir.”

Yazıyordu.
Tam 1,56 Milyon dolara satıldı.

Kağıtların ikincisinde;

“İrade varsa bir yol da vardır “

Yazıyordu.
O da 240.000 dolara satıldı.

Yıllar sonra
Kuryeye verilen bahşiş bir el yazısı
Milyon Dolar olarak geri döndü. Notları satan kişinin kuryenin yeğeni olduğu belirtildi. Alıcının kimliği ise açıklanmadı.

Beyaz zambaklar ülkesinde Rübab-ı şikeste Sapho Balzac Kapital Toplum sözleşmesi Fenn-i ruh Burjuva demokrasisi ile proletarya diktatörlüğü