Bütün yollar Roma’ya çıkar

‘Bütün yollar Roma’ya çıkar’ çok bilinen bir sözdür. Zannedilir ki İtalya’nın başkenti Roma için söylenmiştir. Ama kastedilen Roma, Nouva yani Yeni Roma, yani Konstantinople, yani İstanbul’dur.
Hikayesi ise şöyledir:
*

Bizans İmparatoru Büyük Konstantin (272- 337), sadece beş bin kişinin yaşadığı Byzantium’u, Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmak ve yeni bir şehir yaratmak için 324 yılında kolları sıvar ve yedi tepeli şehri 14 bölgeye ayırarak işe koyulur.
Büyük bir saray (İmparatorluk Sarayı), Senato Sarayı, Aya İrini Kilisesi, Kutsal Havariler Kilisesi (bugün yerinde Fatih Camisi vardır), Ayasofya (başlar ama bitiremez), otuz üç bin kişilik bir Hipodrom, su kemeri, kendi adını taşıyan heykellerle süslü bir meydan (Çemberlitaş), annesi Augusteum adına bir meydan inşa edilir ve şehir ülkenin her tarafından getirilen antik sanat eserleri ile süslenir.
Şehrin korunması için eski surlar yıkılır ve yerlerine bugün hiçbir izi kalmayan Konstantin Surları inşa edilir. Ayrıca Ayasofya’nın önünden başlayarak Mese adıyla büyük bir bulvar (bugünkü Divanyolu Caddesi) açılır.
Altı yıl süren faaliyet sonunda ortaya muhteşem ve modern bir şehir çıkar. 11 Mayıs 330 Pazartesi günü geldiğinde yapılan büyük bir törenle Byzantium, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur ve şehre senatonun da kararıyla Nuova Roma- Yeni Roma adı verilir. Büyük törenlerle kutlama yapılır.
İki yıl kadar geriye döndüğümüzde yani inşaatın devam ettiği sırada bir gün baş mimar Leontius, İmparator Konstantin’e bir konuyu açar:
“Majeste, imparatorluk ailesi yakınlarının, senatörlerin ve devlet ileri gelenlerinin oturması için Kutsal Havariler Kilisesi’nin olduğu bölgeyi ayırdık. Halk için ayrılan bölge ise Küçük Limanla büyük Liman arası. Gerek küçük Liman ve gerekse Büyük Liman’ın etrafı ticaret erbabına ve denizcilere ayrılmıştır. Daha sonraki yıllarda yerleşim kendi mecrası içinde devam edecektir. Ancak bir noktaya daha işaret etmem gerekecektir. Bizim kanımıza göre Byzantium dünyanın merkezi haline getirilmelidir. Bunun için önce, halen Kudüs’te muhafaza edilen ve İsa tarafından dokunulduğu için kutsal sayılan bir taş vardır. İsmi Milion. Bu taşın getirilip yıkıntı halinde bulunan tapınağın (O sırada henüz Ayasofya yoktur) karşısına yerleştirilmesi uygun olur. Taşın olduğu yer dünyada (0/ Sıfır) noktası sayılmalı ve bütün mesafeler bu noktadan itibaren ölçülmelidir. Eğer bu gerçekleşirse, taşın hemen yanına bir büro inşa edilecektir. Bu büronun görevi başvuranlara o noktadan itibaren uzaklığı ve yolları gösteren haritalar satmak olacaktır. Bir örnek vermem gerekirse, Byzantium’dan Antakya’ya gidecek yolcular ve kervanlar buradan gelip harita satın alacaklar ve Antakya’ya kadar nasıl, hangi yolu takip ederek ve kaç günde gideceklerini bileceklerdir. Ayrıca yollar üzerinde konaklama yerleri de işaret edilecektir. Böylece Byzantium dünyanın merkezi haline gelecektir.”
Gerçekten aynen öyle olur. Milion Taşı Kudüs’ten getirilir. Ayasofya’nın karşısına yerleştirilir. 1453 yılına kadar o taşın bulunduğu yer artık dünyada (0) noktasıdır. Onun için “Bütün Yollar Roma’ya çıkar”, sözü Nouva Roma- Yeni roma yani Konstantinople yani İstanbul için söylenmiştir.
Başka bir ülkede olsa, ışıklarla aydınlatılan, özel önem verilen bir müthiş turizm cazibesi ve para basma makinesi haline getirilecek olan Milion Taşı, Ayasofya’nın karşısında pek de fark edilmeden, 1683 yıl boyunca ve zannımca boynu bükük öylece durmaktadır. Üstelik ismi yanlış yazılan tabelasıyla..

Radi Dikici.

Yüksel Gökel

Dünyanın en önemli mesleği siyasetçiliktir,dünya tarihini onlar yazarlar.

Dünyanın en önemli 2. mesleği mühendisliktir.Dünyayı onlar değiştirirler.

Hekimlik kaçıncı sırada bilemem ama dünyanın en güzel mesleğidir.

Çünkü ;

Dünyanın en muhteşem otomobili lamborjindir.Onu yapan dünyanın en iyi otomotiv mühendisidir.

Lamborjin bozulunca onu yapan o muhteşem mühendise götürmezler,lamborjin servisindeki teknisyene götürürler.

Tanrının en güzel yarattığı insandır,bozulunca tanrıya götürmezler,biz hekimlere çekerler.

Biz hekimler tanrının servisiyizdir.

Tek odalı bir köy evinden çıkıp çok sevdiğim hekimlik mesleğime ulaşmamı Cumhuriyet’e ve onu kuran Atatürk’e borçluyum.Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir rejiminde bunu başaramazdım.

Prof. Dr. Yüksel Gökel

 

Gabor Maté

Uzun yıllardır stres üzerinde çalışan ,aslen yahudi olan Macaristan doğumlu Kanadalı fizikçi  Dr. Gabor Maté, istanbul’daki eğitimde bize bir çok ölüm ilanı okudu. İnsanların bizde en takdir ettiği özelliklerin; (kimsenin kalbini kırmayan, fedakar, kendini işine ya da çocuklarına adamış, görev duygusu yüksek, sorumluluk sahibi) başta kanser ve otomimün hastalıkları olmak üzere birçok hastalığın nedeni olduğunu söyledi. Tabi bu özelliklerin aşırıya kaçmasından bahsediyor. Mate’ye göre “iyi” insanlar gerçekten de hastalanıp ölüyorlar. Çünkü “iyi insan” tanımında büyük sıkıntı var. Çok iyi bir insan diye tanımlanan insanlar genelde haklı öfkesini dışa vurmayan, duygularını bastıran kendi öz duyguları yerine başkaları ile ilişkide kalmayı seçen insanlar. Dolayısıyla ilişkileri çok iyi ama kendilerini reddedip durdukları için kendileri iyi değiller. Kendi duygusal ihtiyaçları yerine başklarının ihtiyaçlarını karşılayarak yaşıyorlar. Doktor Mate’nin verdigi örneklerden biri ALS hastalarıydı. Bir görüntüleme merkezinde ALS şüphesi ile gelen hastalara tarama yapan teknik ekip, daha görüntülemeyi yapmadan kimde hastalık olup kimde olmadığını çok büyük oranda tahmin edebiliyordu. Çünkü yapılan araştırmalar ALS hastalarının çok nazik, iyi, kibar,insanlar olduğunu ortaya koymuştu.
Mate’ye göre bu çok “tatlı” ALS hastaları çok iyi insanlar değiller. Sadece çok iyi olmazlarsa sevilmeyeceklerine başka çareleri olmadığına inanmışlar ve diğer tüm insanlık hallerini başkaları tarafından kabul edilmek uğruna bastırarak yaşıyorlar. Sonunda bedenleri “Hayır!” diyor ve tüm bastırılan duygular hastalık olarak yüzeye çıkıyor. Doktor Mate’ye göre kanser başta olmak üzere bir çok hastalıktan korunmanın çaresi daha az “nice” (iyi/nazik) daha çok otantik (kendi duygularına sağdık) olmak. Haklı öfkeyi göstermek ve bedeniniz “hayır” demeden bol bol “hayır” demek. Bütün bunlar bana Jung’un sorduğu benim de daha önce size burdan sorduğum şu soruyu hatırlattı: İyi bir insan mı olmak istersiniz, tam bir insan mı?

Dr.Tamer Baysal’ın Notu: Bizim de tecrübemiz hassas insanların hastalıklardan daha çok etkilendiği şeklindedir. Boşa dememişler “duvarı nem, adamı gam yikar”…

Beyaz zambaklar ülkesinde Rübab-ı şikeste Sapho Balzac Kapital Toplum sözleşmesi Fenn-i ruh Burjuva demokrasisi ile proletarya diktatörlüğü