Yuval Noah Harari:
30/01/2018
Tarihçi / Yazar Yuval Noah Harari, bu yılki Davos Zirvesi kapsamında yaptığı konuşmasında yakın gelecekte yaşayacağımız veri merkezli bir distopyaya dikkat çekti.
Sapiens ve Homo Deus adlı kitaplarıyla son döneme damgasını vuran Tarihçi / Yazar Yuval Noah Harari, bu yılki Davos Zirvesi kapsamında yaptığı konuşmayla bir kere daha gündeme geldi. Biyoloji ve verinin bugünkü bilişim kapasitesiyle bir araya geldiğinde yakın gelecekte doğurabileceği benzersiz tehlikelere dikkat çeken Harari’nin konuşmasından önemli başlıkları sizler için derledik.
Muhtemelen Homo Sapiens türünün son örnekleriyiz. Önümüzdeki dönemde bedenimizi ve zihnimizi yeniden inşa etmenin yollarını bulacağız. Dolayısıyla veri 21. Yüzyılın ekonomisinde yeni bir ürüne dönüşecek. Tekstil, otomobiller ya da silahlar değil; bedenler ve zihinler geliştireceğiz.
Yaşamın neye dönüşeceğini veriyi yönetenler belirleyecek. Veriyi kontrol edenler sadece insanlığın değil, yaşamın geleceğini tanımlayacak.
Veri dünyanın en önemli varlığı haline gelecek. Geçmişte bunun karşılığı araziydi. Ancak bu çok küçük, kısıtlı bir zümreye aitti. Endüstri çağında makinelerin önemi arazinin değerini geride bıraktı. Çok sayıda makinanın az sayıda insanın hizmetine girmesi insanlar arasında sınıfları doğurdu. Sermaye ve işçi sınıfı böyle doğdu. Bugün ise veri, makinaların yerini alıyor. Ve aynı şekilde verinin kontrolü az sayıda insanın eline geçerse insanlık sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak.
Veri önemli çünkü bugün sadece bilgisayarlara değil, organizmalara müdahale edebiliyor, onları bir anlamda ‘hack’ ediyoruz. İnsanı hack etmek için güçlü sistemlere ve bol miktarda veriye ihtiyacımız var. Bedenin nasıl çalıştığına dair bilgilere sahip olmamız gerek.
Bugüne kadar kimse insanı hack etmek için ihtiyaç duyulan veriye ve cihaza sahip değildi. Vatandaşların her adımını, her detayını istihbarat ağlarıyla takip eden devletler dahi bu verileri işlemek ve anlamlandırmak için gereken güçten mahrumdu. Bugün bu değişiyor. İki paralel evrim bunu mümkün kılıyor. Makine öğrenimi ve yapay zeka ile biyoloji ve beyin bilimi konusundaki gelişmeler insanı çözmemizi sağlıyor. 150 yıllık çalışmalarımızın sonucunda organizmaların aslında bir algoritmadan ibaret olduğunu öğrendik. Ve artık bu algoritmaların şifresini çözme yeteneğine kavuştuk. Biyokimyasal verileri elektronik sinyallere çevirerek bilgisayarların analiz edebilmesini sağladık. Yeterince veri ve bilişim gücüyle bizi bizden daha iyi tanıyan yapılar ortaya koyabiliyoruz.
Bu gücün ve bilginin yaygınlaşmasıyla birlikte kendimizi Amazon’dan, Alibaba’dan ya da istihbarat servislerinden saklamamız zorlaşacak. İnternette dolaşırken, sosyal medyada vakit harcarken ya da video izlerken algoritmalar göz hareketlerimizi, kalp atışlarımızı, zihin aktivitelerimizi takip ederek bizi profilleyebilecek. Reklamlar bize ürünlerini pazarlarken cinsel eğilimlerimizi dahi bilerek kişiselleştirme yapacaklar. Biz bunun farkında olmayacağız ancak onlar olacaklar. Bizim tutkularımızı okuyup ona göre teklifler sunacaklar.
Bu çağ bir ‘dijital diktatörlük’ yaratabilir. Demokrasi bilgiyi farklı kurumlara dağıtarak karar mekanizmaları yaratır . Diktatörlüklerse bütün bilgi ve gücü tek noktada yoğunlaşarak işleri yürütür. 21. Yüzyıldaki yapay zeka ve makine öğreniminın ortaya çıkardığı güç, demokrasinin üstünlüğünden yana duran ibreyi diktatörlüklere doğru savurabilir. Demokrasi merkezi veri işlemeyi mümkün kılan yapılara uyum sağlayamazsa insanlar dijital diktatörlüklerin boyunduruğu altına girebilir. Bugün dahi teknolojileri kullanan demokratik görünümlü (ABD, İsrail gibi) ülkelerin bu tip yapılar kurmak için çalıştığını gözlemliyoruz.
Verinin kontrolü bir elit grubun dijital diktatörlüklerden daha radikal yapılar ortaya çıkarmasına yol açabilir. Bu elitler insan bedenine hükmetme yeteneğiyle yaşamın geleceğine karar vermeye yönelebilir.
Bilim, doğal evrim süreçlerini akıllı tasarıma aktarma görevini üstleniyor. Bu tasarım, bulutlardaki Tanrı’nın değil; bulut sistemlerini kullanan IBM, Microsoft gibi şirketlerin aklını temel alıyor.
Bilim, bizi organik sınırlarımızdan inorganik sınırlara taşıyacak. 4 milyar yıllık organik yaşamdan akıllı tasarımın şekillendireceği inorganik yaşama sürükleniyoruz. Verinin kimin elinde bulunduğu bu yüzden her zamankinden daha önemli.
Arazinin ya da makinaların sahipliği ve kullanımına yönelik düzenlemeler konusunda bilgi ve tecrübeye sahibiyiz ancak verinin düzenlemesine yönelik bilgilerimiz yetersiz. Bu zor, zira arazi ve makinaların aksine bilgi birçok yerde dağılmış halde ve kolayca kopyalanabiliyor. Sahiplikten söz etmek çok zor.
Bu konuda bir şeyler yapma sorumluluğu devletlere, politikacılara yüklemek de akıllıca değil çünkü onlar da yeterince güvenilir değiller. Birçok politikacı ve hükümet geleceğe yönelik vizyon çizme konusunda yetersiz. Toplumlara sundukları geçmişe yönelik nostaljik hikayelerden ibaret. Bir tarihçi olarak konuşayım: geçmiş sandığınız kadar eğlenceli değildi, o devirlerde yaşamak istemezdiniz. Ve geçmişe dönmek mümkün değil. Bu bir çözüm olamaz.
Verinin sahipliği konusunda bilimcilere, hukukçulara, filozoflara hatta şairlere danışmamız gerek. Bu sadece insanlığın değil tüm yaşamın geleceğini ilgilendiren bir açmaz.
Bu sorun önümüzdeki birkaç 10 yıl içinde gündemimize gelecek. 200 yıl sonra zaten bugünkü anlamda insanların kalacağını sanmıyorum. Bambaşka bir tür ortaya çıkacaktır.
Bugün insanların çoğu veri denince ne satın aldığı, hangi linke tıkladığını düşünüyor ancak esas önemli olan biyolojik veriler. Hack edilecek tek şeyin bilgisayarlar olduğunu sanıyorlar ancak beden çok daha büyük bir hedef. Asıl hedef beyindir.
Ülkem İsrail, Batı Şeria’da dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir takip sistemi inşa ediyor. İnsanların her anlamda her adımını kontrol etmeye çalışıyor. Çin, Kuzey Kore ve ABD de öyle. Ancak bugün bu takip hala geleneksel sistemler üzerinde yürüyor. Yarın bir akıllı bileklik takmaya mecbur kalacağımız yapılarda işler daha da değişecek. Sokakta liderinizin posterini gördüğünüzde ne hissettiğinizi merkeze rapor edecek tarzda sistemlerden söz ediyorum.
Eğer iyi niyetli bir küresel mutabakat olmazsa hiçbir devlet böyle bir yarışta geride kalmak istemeyecektir. Bu sorunun çözümü birçok farklı grubun ortak çalışmasını gerektiriyor.
En büyük çelişkileri sağlık alanında yaşayacağız. Mahremiyet ile iyi hizmet arasında tercihler yapmamız gerekecek. Daha iyi bir teşhis ve tedavi için bedenimizde ve beynimizde olan bitene yönelik yetkiler vereceğiz. Sanıyorum sağlık kazanacak. İnsanlar daha iyi sağlık için mahremiyetlerinden vazgeçecek. Hatta bazı ülke ve durumlarda bu mecburi olacak. Daha iyi şartlarda bir sigorta istiyorsanız bu verileri vermeniz gerekebilecek.